İstanbullu Bir Kedi


Hızır gri renkli, uzun kuyruklu cılızca bir kedicikti. Tüm İstanbul kedileri gibi zamanının tamamını sokaklarda rızkını arayarak geçirirdi. Bazen çocuklarla oynar, bazen de kedi arkadaşlarıyla takılırdı. İstanbul’ da kedi olmak hayli zordu. Ama güzellikleri de vardı. Hızır bazen kendini çok şanslı hisseder bazen de İstanbul’un trafiğinden, kalabalığından şikâyet eder dururdu.
Bir kere denizi çok seviyordu. Deniz demek balık demekti. Sadece balık için değil elbette denizi seyretmek de ayrı bir nimetti. Hızır olaylara da böyle bakardı. Her nimetin bir zorluğu vardı. Bir bilge kediden öğrenmişti. Her güzelliğin bir zahmeti olduğunu... Zahmetsiz olunca insanların güzellikleri fark etmediğini... Hızır da az bilge sayılmazdı hani. 
Hızır ismini ona kim vermişti hatırlamıyordu.  Ama hikâyesi Hızır aleyhisselam gibi olmadık durumlarda ortaya çıkıp insanlara ve diğer kedilere yardım etmesine dayanıyordu. Hızır’ın Allah vergisi bir içgüdüsü vardı. Bir tehlike olduğunda sanki oradan geçiyormuş gibi beliriverirdi. Sonra da elinden geleni yapardı.  Yaptığı iyiliklerle asla övünmezdi. Bu dünyadaki görevinin bu olduğunu düşünürdü.
Her sabah kendi kendine bu iki görevi hatırlatırdı. Helalinden rızkını bulmak ve bir iyilik yapmak.  
O sabah da aynı düşüncelerle çıkmıştı sokaklara. Biraz çöpleri karıştırmıştı. Biraz sahilde yürümüştü. Karnını doyurduktan sonra da sıcak bir köşe bulup kıvrılmıştı. Tam rüyalara dalmışken büyük bir gürültüyle uyanmıştı. O da ne! Karanlıklar içinde kalmıştı. Yukardan düşen bir cisim orada kapalı kalmasına sebep olmuştu. Sıkışıp kalmıştı işte. Bir tahta parçası olmalıydı bu. Ya arkadaki apartmandan biri atmıştır ya da yakınlardaki inşaattan düşüvermiştir diye düşünüyordu Hızır. Önce sakince bekledi. Sonra baktı olmuyor, avazı çıktığı kadar miyavlamaya başladı. Biraz da korkmaya başlamıştı.  Hava kararıyordu sanki dışarıda. İnsan sesleri azalıyordu. Bir ara bir koşturmaca duymuştu. Büyük bir kalabalık bir yöne koşuyordu sanki. Anlamamıştı. O kadar çok gürültü vardı ki Hızır’ın sesi duyulmuyordu bile. Çaresiz bekliyordu. Sakin bir kedi olduğu için hemen durumu kabullenmişti.
Geceyi orada geçirdi Hızır. Uyudu uyandı. Bir süre sonra zamanı unutmuştu. Sanki günlerdir o köşedeydi. Havanın aydınlandığını kuş cıvıltılarından hissediyordu. Seher vaktini kaçırmayıp sessizce dua etmişti Allah’a onu oradan çıkarması için. Birkaç saat kadar daha geçmişti öyle. İnsanların ayak sesleri artınca Hızır da tekrar miyavlamaya başlamıştı. Ve sonunda birisi sesini duymuştu. İşe gitmek için her sabah aynı saatte evden çıkan Adnan Bey’di bu. Sesinden tanımıştı. Biraz bakındıktan sonra buldu Hızır’ın olduğu köşeyi. Tahtayı üstünden kaldırınca da Hızır’ın yalvaran bakışlarıyla karşılaştı. Tebessüm ederek onu oradan çıkardı. Hızır da teşekkür için tatlı tatlı miyavlamıştı. 
Hızır her zamanki gibi sokaklarda dolaşmaya başlamıştı. Ama sokakta bir tuhaflık vardı. Hiçbir kedi arkadaşını göremiyordu! Köpekler de yoktu ortalıkta. Hâlbuki herkesin karnını doyurma saatiydi. Mahalledeki olayları cami avlusunda oturan amcalar bilirdi. Bu yüzden oraya gidip yanlarına kıvrılıverdi ve konuşmaları dinlemeye başladı. Meğer tüm hayvanlar bir balıkçının attığı bozuk balıkları yemişler. Sonra da topluca hastaneye götürülmüşler! Bazılarının midesi yıkanmış, bazılarına iğne bile yapılmıştı. Neyse ki ölen olmamıştı. Hızır hikâyeyi dinledikçe kıs kıs gülüyordu. Orada sıkışıp kalmasaydı o da şimdi hasta yatıyor olacaktı. Yine keramet göstermiş bu kez de kendi kendisini bir tehlikeden kurtarmıştı. Ayrıca mahalledeki tüm yemekler o gün kimse olmadığı için Hızır’a kalmıştı!